Destansı Paskalya Gelini
yitik tasvirler kalıyor gözümde.
Hani; şu göğsünün altındaki küçük fil dövmesi,
nefretin şehvete meyilli nükleer başlıklarıdır, zannediyorum sevgilim.
Yılın ilk baharındaki,
destansı Paskalya gelinleri gibiydin.
Yozlaşmış kadınların
ve yobazlaşmış erkeklerin,
arasından gelirdim sana.
Yıkık bir kentin harabesinden çıkıp,
Alfred'in ihtişamlı sarayı olurdum.
Kurak topraklarına tohum verirdim,
böceklerin ve iblislerin de ayrılırdı teninden.
Sulanırdın bir yağmurun altında,
mahsulün yeşerirdi, bereketlenirdin.
Belki ruhuma da rastlardım.
Birlikte bir tütün sarardık;
yakardık sigarayı, yanardık mahşer gibi.
Fransızca öğretebilirdin mesela,
belki tutkulu bir tango yapardık.
Kutsiyetin,
Kutsal Bakire Mery'den de öte olurdu o vakit.
Seni şaraplarla,
altınlarla
ve Tanrılarla,
kıyaslayacak bir hadsiz değilim.
Freya dahi senin haşmetine diz çöker.
Arzularımdan düşen,
muhteşem vecizelerin aitliği sanadır.
Zarafet, şahsiyetinde zuhur ediyor.
Cezbine fendim yok efendim.
Ben, yanılsalamalar içinde;
müphem ve müthiş bir çarpışma içerisindeyim.
Şimdi gencecik bir kadınsın;
bir vatan kadar güzel,
taze baharsın.
Açacak çiçeklerin,
lakin toplayamam,
koklayamam.
Çitfbozan ben değilim sevgilim.
Evet bir vatan kadar güzelim ama toprak kokmuyorum artık
YanıtlaSilÜzerinde yeşermesi gereken bir bitki varsa, onu sulayacak bir el gerek.
Sil